Deneme

Meslek hayatında nasıl bir usûl belirlemeli?

   Taklit eden, her vakit araştırıp sorgulayanın seviye bakımından aşağısında ve onun karikatürü halinde olmaya mahkumdur.

                                                                                               Filibeli Ahmet Hilmi

   Dün Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi Efendi’nin bir kitabını okudum, tabii okumak yazmayı tetikliyor bir yandan. Bir şeyler üzerine yazmayı düşünmüştüm ancak akşam meydana gelen elim deprem faciası hakikaten beni etkiledi. Ancak deprem hakkında uzunca bir yazı yazacak kadar bilgim olmadığı için yazımı, Ahmet Hakan’ın köşe yazıları gibi, “her telden” şekline çevirmek istemiyorum dolayısıyla olayın sosyolojik boyutuna biraz değinip esas konuma geleceğim.

Geçmiş olsun

   Öncelikle çalışmalar sürüyor ve bu yönde sosyal medyadan yahut haber kanallarından gördüğümüz uyarılara dikkat etmemiz son derece önem arz ediyor. Gelinen noktada yaralı sayısı artıyor, ölenler var; yaralılara şifa, ölenlerin yakınlarına ise sabır ve başsağlığı diliyorum. Afetlerde, milli maçlarda, savaş vb. konularda Türkiye halkının bir araya gelmesi beni çok duygulandırıyor. Fedakarlıkların pek farklı boyutlarını gördüğümüz bu günlerde herkesin “karınca kararınca” elinden geldiğini yapmaya çalışması dünyada eşine nadir rastlanır bir durum olsa gerek. Bundan daha önce bir annenin çocuğu ile konuşurken “tamam yavrum iyi olduğunu duydum ya o yeter, telefonu kapat da daha fazla meşgul etmeyelim hatları” dediği basına yansımıştı. Romanlardan yahut dizilerden değil bu diyaloglar, bizatihi ülkemizden. Dil, din, ırk gözetmeksizin; mazlumun, darda kalanın, “in need” insanların yardımına koşan herkesi tebrik ediyorum. Deprem öyle bir afet ki, farkına varmak ile ölmek aynı anda olabiliyor; sel, çığ vb. afetler gibi 3-5 dakika dahi olmuyor. Göçük altında kalıp da kurtarılmayı beklemek, yaşarken mezara girmek değil de nedir? Bir ses duymayı beklemek yahut bir ışık huzmesi… Peki ya bu soğuk kış gününde dışarıda kalan onlarca insanın yerinde olmak, bu da çok zor bir şey. Ailecek, nerede kalacağını bilmeden kendini sokağa atmak, can derdinden öte: sevdiklerini yaşatabilmek derdi.

İdeali olan insanlar olabilmeliyiz!

Tüm bu duygusal girizgahtan sonra, milletimizin duygusal anları hariç başka zamanda sahip olamadığı birtakım huylar var ki yokluğu bu milleti her geçen gün geri bırakıyor. Bir yol, yordam belirlemeyen, her geçen gün fırtınalı denizde bir o yana bir bu yana sallanan gemi misali yaşayıp giden bireylerin meydana getirdiği “millet” tasavvuru elbette gelişmeye kapalı olacaktır. Hayat boyu yapacağı işlerde izleyeceği metodu belirleyecek temel ideolojisini henüz keşfedememiş olanlar bu ülkeye gerçek anlamda bir şeyler katamazlar. Filibeli Ahmet Hilmi de bu konuya biraz değinerek “…bir usul belirlemeli. Bizim Doğu ülkelerinde usul eksikliği vardır…” benzeri cümleler sarf ediyor. Hatta direkt böyle bir söylemin olduğu bir yeri aşağıda verdim.

“Bizde usulün yokluğu, açık ve belirli bir idealden yoksun kalmamızı doğurmuştur. Aslında idealden tamamen mahrum bir insan düşünülemez. Lakin bunun bizdeki derecesi o kadar müphem ve belirsizdir ki, son tahlilde yine içgüdü (sevk-i tabiî)yle birleşir. Bizde ideal, belirli bir maksadı bildirmekten ziyade umumi bir temenniyi içerir. Böyle olduğu için maksadın elde edilmesini sırf irademiz ve gayretimizle değil, tesadüften bekleriz. …. Usûlsüzlüğün uğursuz sonuçlarından biridir ki, Doğu’nun serveti ve zekâsı yok olup gidiyor. Her insan bir kuvvettir. Bu kuvvet bir usûl dairesinde düzgün bir hedefe doğru belirli bir amaç için harcanmazsa, israf edilen bir kuvvet demek olur.”

“İdealden yoksun kalmak” kim için bir dert ki ülkemizde? İdeal’ in kelime anlamını bilmeyen bir toplumdan idealsiz kalma korkusu yaşayan insanlar çıkar mı? Bir yöntem belirlemeli ve bu yöntemi kendimize kılavuz etmeliyiz. Zafere varmanın yöntemleri vardır ve biz de kendi inandığımız doğrulara en uygun olan metodu seçmeliyiz zira bir kimlik bunalımı ve çökük bir ruh hali kaçınılmaz olacaktır. Yarın bir gün meslek sahibi olduğumda da boşluğa düşmemek için şimdiden az çok benim de belirlemeye çalıştığım bu konu bence son derece önemli. Kendimden örnek verdim ancak bir mesleki usûl belirlemesini herkese tavsiye ederim, zira yaptıkları işe dört elle sarılamazlar. Mesleğine tiksinerek bakan bir insanın hayatı da zehir olacaktır, bu yüzden mesleki ideali kavrayabilmek için bir usûl belirlemek pek mühimdir.

İdealistlik satan çakma aydınlar

   Tabii bir usule ardından da bir ideale sahip olduktan sonra “ne oldum delisi” olmamamız gerekiyor. Cumhuriyet döneminden biraz önce başlayarak şimdiye kadar var olagelmiş “birtakım” aydınlar vardır ki bunların profili hep aynıdır. Batı’ dan aldığı 3-5 sığ bilgi ile ait olduğu toprakları aşağılar ve onlara sırt çevirir, tek hayali Avrupa’ da yaşayabilmektir vesaire…  Bu insanlar bir usûle sahiptirler ancak bu usûl kendi gerçekleri ile ne kadar uyumludur, bu usûl ile etraflarına ne kadar fayda sağlayabilirler hepsi ayrı bir muallak.

   “Ne yazık ki biz, Avrupa pazarına çoğunlukla taklit sermayesiyle gidiyor ve bizden uyanış ve saadet kelimelerini bekleyen büyün bir millete acı bir alaycı gülüş getiriyoruz. Avrupa’nın marifet okyanusundan bir damla alabilenimiz Doğu’yu, Doğuluları, daha açık söyleyelim, milletini pek aşağı ve cılız görüyor. Milletini reddettiği için milleti de onu reddediyor. [Batı taklitçisi yarı aydın] çevresinin yabancısı kalıyor.”

   Özetle, sağlam bir ideal belirleyebilmek için sağlam bir mesleki usule tutunmamız gerekiyor. Ancak bu ideale sahip olduktan sonra ait olduğumuz halka sırt çevirmememiz, onlara ideal ne demek, usûl ne demek hepsini öğretmeliyiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir