Deneme

Ne verdin ki ne istiyorsun?

Daha önce instagramdan Suriyeliler konusunda bir hikaye paylaşmıştım ancak orada olayı çok yüzeysel geçmiştim şimdi o defteri burada açıyorum, her yönüyle ele alıp konu hakkındaki düşüncelerimi paylaşıyorum.

Ne Oldu?

    Bundan yıllar önce Suriye’deki mevcut rejimin baskıcı politikalarına dayanamayan ve bu konuda epey gerilmiş olan “muhalif”ler adlı bir grup insan Esed rejimine karşı eylemlerde bulundu. Barışçıl başlayan eylemler daha sonra Esed rejiminin eylemleri bastırmak için silah kullanması ile tam olarak bir “savaş”a dönüştü.  Tabii Suriye’deki bu kargaşa sadece Suriye’de kalmadı, dünya ülkeleri hemen taraflarını seçip savaşı körüklemeye başladılar. Rusya ve İran Esed rejimine destek verirken, Amerika, İsrail ve ne yazık ki Türkiye de muhaliflere destek vererek savaşın kızışmasına yol açtı. İran kendi eğittiği Şii milislerini Suriye’ye saldı, Rusya bizzat muhaliflerin çoğunlukta olduğu bölgeleri bombaladı. Türkiye, Amerika ve İran ise muhaliflere kışkırtıcı etki yapan desteklerde bulundu. Bir süre böyle süren savaşın seyri Rusya ve İran’ın maddi ve askeri yardımları ile Esed lehine döndü. Amerika ve İsrail de daha sonra muhaliflere yaptığı destekleri azaltmaya başladı ve Türkiye muhalifler ile baş başa kaldı sahada. Esed rejimine saldırılarını sürdüren muhalifler ve buna karşın ateşkese razı olmayan rejim ülkeyi kaosa sürükledi. Böyle bir kaos ortamında da her zaman olduğu gibi, bağımsız İslami/Cihatçı örgütler türedi. Işid, Ypg, Pyd, Hizbullah bunlardan sadece birkaçı idi, ülke resmen yol geçen hanına döndü.

Nasıl Yorumlamalıyız?

      Suriye’deki mevcut rejim her ne kadar diktatör de olsa en azından bir devlet düzeni vardı. Bunun yanında Suriye’de Esed rejiminden memnun olanlar da vardı. Ancak memnun olmayan kesim, yani muhalifler dediğimiz kesim itirazlarını çok yanlış bir biçimde ifade ettiler. Resmen devlete karşı ayaklandılar, Arap Baharı hülyasına daldılar. Dünyanın neresine giderseniz gidin devlete karşı ayaklanan her kuvvet devlet nazarında “terörist”tir. Devlet de genel düzenini korumak adına haklı veya haksız her türlü ayaklanmayı bastırmak için her gücü kullanma yetkisini kendisinde görür.

   Arap Baharı denilen ve gittiği yerlere “demokrasi” vaat ederek giden ancak kan ve şiddetten başka bir şey sunamayan bu dalga Suriye’yi da aldattı. Muhalifler Kaddafi’nin, Hüsnü Mübarek’in ve başka liderlerin devrilişini görünce “biz de devirelim Esed’i” dediler. Ancak Suriye başka idi, İran ve Rusya etkisi hesaplanmamıştı.

   Ayaklanmayı başlatan ve Şam kapısına kadar gelen direnişçiler keşke başarsalardı da en azından savaş dursaydı  ama ne Esed’i devirebildiler ne de savaştan çekildiler. Ülkede Esed yönetiminden memnun olan bir kesimi hiçe sayarak devrim yapma hayali kurdular. Onlarca masum çocuk öldü bu içsavaşta, birsürü insan evinden oldu. Devlet düzenini bozmaya yönelik hareketler yapan “muhalif”ler küçücük çocukların kanına girdi. Esed daha sonra savaş hukukunu çiğnedi ona eyvallah, zaten benim Esed’i savunmak gibi bir amacım da yok ancak dediğim gibi devlet düzenini bozmaya yeltenen muhalifleri bastırmak için Esed bu derece acımasız davrandı. Hatta yemin etti, Kaddafi ve Hüsnü Mübarek gibi devrilmeyeceğim diye.

Türkiye’nin Konu Hakkındaki Tutumu

     Gelinen noktada maalesef ülkemiz de muhaliflere büyük desteklerde bulundu, bunu yapmak yerine arabuluculuk görevini üstlenebilirdi. Ama taraf olmayı seçti, hata etti. Kaddafi’yi devirirlerken de benzer bir tutum izlemişti. Ama bu sefer daha kanlı oldu, daha doğrusu “olamadı”. Esed devrilmedi,  tam aksine daha da güçlendi. Suriye’deki bu iç savaş sonucunda birçok insan mülteci statüsüne düştü ve çeşitli ülkelere kaçtı. “Yav ülkesini satıp savaştan kaçan adamdan hayır mı gelir” diyen insanlara bu yorumlarının ne kadar saçma olduğunu açıklamayacağım, zira anlayabileceklerine inancım yok. Kısacası orada mevcut bir işgal savaşı yok; rejimi seven sevmeyene, sevmeyen sevene sıkıyor, tek olay bu.

    Gelelim Türkiye’de yükselen ırkçı söylemlere… Almanya’da ya da Fransa’da yaşayan tanıdıklarınız varsa sorun bakalım, Türklere ne kadar ırkçı söylemlerle yaklaşıyorlar ve onları ne kadar ötekileştiriyorlar. Bunu duyunca küfreden sözde “ülkücü”ler aynı muameleyi Suriyeli sığınmacılara yapıyorlar.

E ama onlar da masum değil!

   Güzel kardeşim ortada bir suç var ise suçu işleyeni şahsi yönden ele alırsın; gidip de ırkına, soyuna sopuna bakmazsın. İşte bu noktadan sonra ırkçı, kafatasçı olmuş olursun. Tabii muhalif medya da bu ırkçı söylemleri körüklüyor çünkü ne kadar Suriyelilerin düzeni bozduğunu lanse ederse o kadar hükümeti eleştirmiş oluyor. Ancak hesap edemedikleri bir şey var ki bu ülkede 5 milyona yakın Suriyeli var. Sürekli Suriyelilere karşı Türkleri kışkırtıyorlar, bunun sonucu bir iç savaş olabilir. Sığınmacıları horlamaktan daha fazla işe yarayan bir şey söyleyeyim: onları eğitmek. Bu insanları sanayilerde aylık 700-800 liraya çalıştıran sözde “Müslüman” esnaflar adeta kölelik müessesesini canlandırıyorlar. Ancak işten çıkıp da eve gidip haberleri açınca da diyorlar ki “Bi gitmediler ha şunlar da”.  

   Ben de karşıyım kayıtsız küreksiz bir şekilde sınırdan ellerini kollarını sallayarak geçmelerine ancak şimdi çözüm üretme zamanı. Ülkelerinde can güvenlikleri sağlanamadığından dönmeleri olanaksız, bizim daha yapıcı çözümler üretmemiz şart. Bir an önce de “Suriyeli birisi hırsızlık yaptı” manşetlerini “Birisi hırsızlık yaptı” şeklinde değiştirmeliyiz yoksa insanlara sürekli nefret pompalamış oluruz ve maazallah bunun bedelini hep beraber öderiz. İsmail Kılıçarslan’ın yazısının başlığı oldukça manidar: “Biz gitmeyelim hacı, faşistler gitsin”. Gayet doğru bir önerme, katılıyorum. Bu ülkedeki sığınmacıların eğitimi, sağlığı ve güvenliği konularına gelince susan ve elini taşın altına koymayan ancak konu “faşist” söylemlerle insanları kışkırtmaya gelince yerinde duramayanlar gitsinler bu ülkeden; savaştan, ölümden kaçanlar değil. İnsanları etnik kökenlerine göre yargılamak kimsenin hakkı değil ve zaten hiç kimse mensup olduğu ırkı kendisi seçmedi.

   Neticede sen bu insanlara ne verdin ki ne istiyorsun? Onların eğitimi ile mi ilgilendin, onların ne yiyeceklerini mi düşündün, onları bataklığın ortasında bıraktıktan sonra gelip de nazist söylemlerde bulunamazsın. Sırf açlık ve sefalet illeti yüzünden genelevlere düşen gencecik Suriyeli kızlardan faydalanmaya çalışanlar gitmesin, Suriyeliler gitsin öyle mi? Çok beklersin. Mendil satmaya çalışan çocuğa nerelisin demekten öteye geçemeyen zihinlerin eseridir bu sefalet… Halbuki gayet basittir, muhtacın dini, dili, ırkı sorulmaz; muhtaç muhtaçtır. 

    Tıpkı Suriyelilere yaptığımız gibi bir muameleyi vaktinde Anadolu’nun çorak topraklarında yetişmiş bir kere olsun gün görmemiş atalarımıza da yaptık. “Dini çok dogmatik yaşıyorlar ama” diyerek onların tek dayanaklarına, “hurafelerine” de laf ettik.  Bu konu daha derin bir konu, başka bir zaman da “Ötekileştirilen Anadolu İnsanı”nı anlatırım.

   Benim bundan sonraki söyleyeceğim her şey İsmail Kılıçarslan’ın sözkonusu yazısında mevcut. Bunu okuyanlardan tek ricam, lütfen aşağıdaki bağlantıdan kolayca ulaşabileceğiniz yazıyı okuyun. Savaşın ilk yıllarını merak ediyorsanız da başka bir bağlantı daha verdim, faydalanabilirsiniz.

Savaşın çıkışı ile ilgili ayrıntı: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43414137

İsmail Kılıçarslan’ın yazısı: https://www.yenisafak.com/yazarlar/ismailkilicarslan/biz-gitmeyelim-haci-fasistler-gitsin-2051909

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir